Elimin unuyla geldim ,bu haftanın yazısını yazıyorum.
Elimin unuyla geldim ,bu haftanın yazısını yazıyorum. Mecazen değil gerçek manada un. Malum buralarda nohut biberi mevsimi. Bir gün boyunca tamamlamaya çalıştığım yazımın sürekli bölünmesinden dolayı az biraz yüzüm düşse de hemen toparlanıp yardım etmeye çıktım. Nohut çeken parmağını yalar misali elime koluma yapışan nohut biberi baharatını silkeledim, sabahki sütü aldım girdim içeri.
Yoğurtlarımı çok beğeniyorum. Hele ki peynirlerime fazlasıyla hayranım.
Sahiplik eki kullanarak yoğurtları,peynirleri üzerime alıyorum ama inşallah koyunlar bu duruma alınmıyordur. Bizim bedenimiz bizim kimyamız, sen nasıl bu yoğurtları kendine mal ediyorsun , diye içerleniyorlar mıdır, sanmam.
Dünyadan haberleri yok.
Onlar olan bitenden habersiz diye haklarını vermeyecek değilim. Her sütten sonra, her mayaladığım yoğurttan sonra, yaptığım her peynirden sonra hayranlığımı belirtiyorum. Gidip yanlarına teşekkür ediyorum. Evet. Onlar olmasaydı olmazdı.
Pandemide başladım yoğurt yapmaya.Mart’ta her hafta 5 litre inek sütü mayaladım. Mayıs geldi. Hayvanların çayıra çıkmasıyla birlikte süte koku karıştı. Aslında tersi mi olmalı bilemiyorum. Fenni yemin kokması gerek ama bizim damak tadımız kokusuz süte alıştığı için belki yadırgadık. Velhasıl 2020 Mayıs ayında yaptığım yoğurttan bir kaşık yedim ve dam kapısı yalamış gibi oldum. Sonra yoğurt işine bir yıl kadar ara verdim.
Sonraki yıl Gelibolu’dayım, peynir yapımına merak saldım. Birkaç sokak ötede, köşedeki evden 5 litre süt alıyorum. Eve gelip peynir olarak mayalıyorum. Suyunu kaynatıp lor çıkarıyorum. Peynir altı suyunun suyundan kremalı makarna yapıyorum, poğaça yapıyorum,biraz da salamura suyu ayırıyorum. Örgü peynir deniyorum. Yapıyorum peyniri ,vaktim olmuyor salamuraya koymaya yedi sekiz gün bekliyor, bir bakıyorum yağlı peynir çıkmış. Bayılıyorum bu kimyaya.
Bu yıl bu heyecanın iki katını koyun sütüyle yaşıyorum. Köyde “sütü “ kelimesini yumuşamaya uğratarak söylüyorlar; südü. Doğrusu nedir benim de bazen kafam karışıyor. Neticede “horaz” diye bir kelime vardı bir zamanlar şimdi biz horoz deyince horazı yöresel bir ağız zannediyoruz. Oysaki asıl Türkçe kelime diye öğretildi bize. Neyse,
Aynı heyecanın iki katını koyun sütüyle yaşıyorum. Neden 2 katı? Çünkü performans olarak inek sütünün hemen hemen iki katı. Ben on litre inek sütüyle aldığım peyniri hemen hemen 5 litre koyun sütünden alıyorum. Mayaladıktan sonra telemesini nerdeyse zor kesiyorum. Süzünce suyu az çıkıyor. Azıcık suyu kaynatınca loru çok çıkıyor. Yoğurtlarını çatal bıçak kullanarak yiyebilirsin o derece. Bunlar beni çok heyecanlandırıyor. Ruh hastası olduğumdan korkuyorum bazen; süt ürünlerine duyulan hayranlık normal mi bilmiyorum.
Kulaktan dolma bir söz vardı hafızamda. “Koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi derler.” Bu sözü lisede Tarih öğretmenimin yanında söylemiştim. Tarih öğretmenimin adı Abdurrahman.
Neden böyle bir şey yaptığımı hatırlamıyorum da espri olsun diye söyledim herhalde. O da zaten güldü.
Bu söz ne demek olabilir yeni yeni düşünüyorum. Koyunun bereketine vurgu yapılıyor herhalde. O yoksa, olana razı olalım n’apalım gibisinden bir anlam olsa gerek.
Koyun bereketli bir hayvan. Kendisi olan bitenin farkında değil muhtemelen. Ama ben yine de her süt sağımından sonra Go’nun getirdiği sütü işleyip, çıkıp kızlara teşekkür ediyorum. Onları yüreklendirmeyi ihmal etmiyorum. Anlarlar mı , sanmam.
Koyunlarla sütleri aracılığıyla kurduğum bağı yaşarken türlü türlü anlara gidiyorum.Bu serbest çağrışım vesilesiyle bu haftaki başlığım ;
“DÜŞÜNCENİN AKIŞINI BOZAN DÜŞÜNCELER”