KAPLUMBAĞALAR

                “Enstitüde ders, iş aynı aynı değerde. Yalnız kitap bilgisi ezberleyene diploma yok. İnsanın elinden iş gelecek.”
Fakir BAYKURT’un Köy Enstitilü Delikanlı kitabından alıntıdır.
                Hoş geldin Nisan. Eğitimciler ya da eğitimseverler Nisan’ı da severler. Çünkü uyguladığı eğitim sistemiyle döneminde hedefe alınan, günümüzde ağız sulandıran Köy Enstitüleri Nisan’da açıldı ;  17 Nisan’da.
                Ne yapar bu köy enstitüleri?
Dinlemek yetmez , okumak gerek. Çok topu atan bir açıklama oldu değil mi? Oysaki bu açıklamam köy enstitülerinin ana yapısını ifade ediyor ; okumak. Bir de çalışmak. Ders çalışmak değil, işte çalışmak. Hizmet sektöründen ziyade ,  üretim kanalında yer almak . Tarım yapmak. Ürün yetiştirmek. Ürünleri işlemek, satmak. Geliriyle okullar yapmak. Okulları öğrencilerle birlikte yapmak. Binanın tuğlasını dökmek. Tuğlasını işlemek. Sıvasını yapmak. Elektrik üretmek. Elektriğini döşemek. Suyunu çekmek. Su olmayan yere su getirmek. Dağı aşmak. Santral kurmak. Bunlarla yorulurken okuyarak dinlenmek. Ders kitabı okumak. Özgürce kitap seçip okumak. Şiir yazmak. Öykü yazmak. Bunlarla yorulunca dinleyerek dinlenmek. Çalarak dinlenmek. Halay çekerek dinlenmek.
Sürekli ve hiç durmadan yorulmak ve başka bir şey yaparak dinlenmek.
Beş yıllık eğitim kampı neticesinde öğretmen olmak , genellikle, kendi köyüne toplumunu geliştirmek üzere öğretmen olarak geri dönmek ,oluşturuyor köy enstitülerinin kuruluş amacını.
                Ben enstitülerle ilgili kitapları okumaktan çok keyif alıyorum. Enstitüden yetişen değerli eğitimci yazar Fakir BAYKURT’u okumaktan müthiş keyif alıyorum. Kitaplarını okurken gördüğüm 1950’ler -60’lar Türkiyesi’nin köy hallerini , köy insanının manzarasına şaşırıyorum. Üzülüyorum. Aklım almıyor. Ancak parçaları birleştirince taşlar yerine oturuyor zihnimde. “Olabilir “ diyorum. Tuvalet eğitimi olmayan halk olabilir o zaman. “Olabilir “ diyorum, perişan bir fakirlikte insanların yemek yapma ve yeme kültürleri oluşmamış olabilir. “Olabilir” , hastalıklarla mücadele edilememişse tarladaki işi boşlayamadığı için gidememiştir. Yol yoktur gidememiştir. Parası yoktur gidememiştir. Ve Neticede insanlar hastalıktan kırılmıştır , olabilir.
                Olmaması gerek oysaki. İşte bu nedenle köy enstitüleri açılmış. Değerli büyüklerimiz Hasan Ali YÜCEL ve İsmail Hakkı TONGUÇ. Türkiye’deki bu köy geriliğini görmüş ve çözümü bulmuş  : iş başında eğitim ; eğitim içinde iş modeli.
“Günlerden Cumartesi. Enstitü çalışıyor.” 1
Benim enstitüm de çalışıyor. J Gazetenin bu haftaki yazısını enstitülerin açıldığı ay ; Nisan Ayının birinci günü, günlerden Cumartesi sabahında yazıyorum. Bu ayı anma ve kutlama ayı ilan ettim.
 Cumartesi günleri enstitülerin haftayı değerlendirme günüdür. O hafta içinde can sıkan durumlar varsa öğrenciler , öğretmenler ve yöneticilerle birlikte görüşülür. Öğrenciler kendilerini statü olarak üstte olan birilerine karşı saygı çerçevesinde ifade etmek üzere yetiştirirler böylece. Kendini özgürce, konuşarak ifade edebilen, ya da suçlamalar karşısında kendini savunabilen bireyler şiddete başvurmaz. Bu çok basit görünür; ancak zaman alan bir süreçtir. Salt paranın verdiği özgüven ayrıdır, koftur o. Bilginin verdiği özgüven bireyi sağlamlaştırır. Neyse konuyu çok dağıtıp bulandırmayayım. Konumuz Köy Enstitüleri. Bu ay eğitimin ve üretimin ayı. Eğlencenin  bile kendi üretimin olan eserlerle yapıldığı okulların ayı. Bu ay biraz enstitülerden konuşacağım. Enstitüleri yazacağım.
Herkese iyi haftalar diler, kitap okumayı sevmiyorsanız bile bu hafta bir Fakir Baykurt kitabıyla okumaya başlamanızı öneririm. Fakir BAYKURT’un Kaplumbağalar kitabı güzel bir başlangıç olur.